www.haberanamur.net te yayınlanan haber ve fotoğraflar, kaynak gösterilerek dahi kullanılamaz.
Emekli öğretmen İsmet Gürdal Sümer’in kaleminden ‘ÖĞRENCİ OLMAK’
Sadece İngilizce dersinden sınıfta kalınca Hava Astsubay Okulu’nu kazanmanın verdiği sevincim darmadağın oldu. Beyaz kordonlu mavi üniforma giyecektim, Anamur’a gelince çevreme hava atacaktım. Hevesim de tuzla buz oldu. O zamanki yönetmeliğe göre orta 3. sınıfta olduğumdan bir yıl açıkta bekleyecektim. Yani o zamanki deyişle “Boşta gezecektim.” Ama ben boşta gezmedim. Elektrikçi çırağı oldum. Hem elektrikçiliği öğreniyor hem de harçlığımı kazanıyordum. Babamdan para istemez oldum. Her şey iyi gidiyordu ama o İngilizce dersi var ya, aklımdan hiç çıkmadı. Başarmam gerekiyordu. Elektrikçi çırağı değil lise öğrencisi olmalıydım. Ve yılsonunda İngilizce dersini başardım. Ben artık Mersin Tevfik Sırrı Gür Lisesi’nin Ortaokul bölümü mezunuydum. Elektrikçilik serüvenim bitti. Sonra ver elini Anamur ve Anamur Lisesi. Orada lise öğrencisi oldum. Hayalim gerçekleşti.
Ama o dersler yok mu, çeşit çeşit. Öğrenciyi sıkıntılara sokan. Matematik, fizik kimya, kompozisyon, geometri, yabancı dil, say say bitmez. Bir de bu derslerin öğretmenleri, kimisini çok seversin, kimisini az. Bol keseden not veren öğretmen var, notunu kuyumcu terazisinde tartarak veren öğretmen var. Sana arkadaş gibi yaklaşan öğretmen var, senin başında karakol komiseri olan öğretmen var.
Anamur’da henüz “Lise’nin olmadığı zamanlar… Ortaokulu bitiren gençler eğitimlerine son noktayı koyarlar ya da ailesinin parasal desteği varsa Silifke’de, Mersin’de, Alanya’da Liseye devam ederlerdi. Birkaç öğrenci beraberce o daracık küçücük evlerde kalırdı. Mersin’e ulaşım sıkıntılı, haberleşme kolay değil, herkes yabancı, ailenin verdiği parayı da ölçülü harcamak zorundasın. Tanımadığın öğretmenler, tanımadığın öğrenciler. Mersin’de ortaokula devam ederken ben bu sıkıntılara tanık oldum, yaşadım. Mersin’de lise öğrencisi olmak, uyum sağlamak zaman alıyordu.
Neyse ki Anamur’da lise açıldı. Lise eğitimi için başka kentlere gitmeye gerek kalmadı. Eğitime ara verenler, başka lisede dikiş tutturamayanlar Anamur Lisesi’ne kaydolunca öğrencilerin yaş ortalaması normalin üzerine çıktı. Aynı sınıf içinde abi vardı kardeş vardı. Olsun, lise öğrencisiyiz ya, gerisi sorun değil.
“Anamur Lisesi” Anamur’da en yüksekokul oldu. Müdürün, müdür muavinlerin ve de öğretmenlerin havası başkaydı. Bu okulun öğrencisi olmak bile gurur vericiydi, keyif vericiydi.
Ama her şey keyif vermedi. Bazı dersleri kolayca başarırken bazılarında tökezliyorsun. Aklına kopya çekmek geliyor. Ama öğretmen yakalarsa düşüncesi keyfini kaçırıyor. Ya öğretmenler… Huyları değişik değişik. Edebiyat dersine beklediğin öğretmen değil de öbürü girerse hafif bir can sıkıntısı karşındadır. Fuzuli’nin, Baki’nin divan şiirlerini günümüz Türkçe ’sine aktarmak matematikte havuz problemi çözmek gibiydi. Ya da kimya dersinde redoks denklemlerindeki eşitliği sağlamak öyle kolay değildi. Yine de 5 in üzerinde not aldığımızda kaçan keyfimiz yerine gelir.
Okul müdürümüz Süleyman Aydın. Sert ve otoriter yapısı üstümüzde kâbus gibiydi. Yaptığımız hataların hiçbiri yanımıza kar kalmadı. Azarlandık, dayak ta yedik. Yeri geldi alaya alındık.
Beden eğitimi öğretmenimiz Şakir Bey! Her dersin başında bizi okul bahçesini 4-5 tur koşturmaz mı ! Canımız çıkardı. 3-4 arkadaş bir araya geldik, rapor alıp bu dersten, bu koşudan kurtulalım dedik. Sevk alıp doktora gittik. Derste zorlandığımızı, bedensel rahatsızlığımızı anlattık, döndük. Ertesi gün Edebiyat dersinde öğretmenimiz olan okul müdürümüz Süleyman Aydın sınıfa girdi. Daha derse başlamadan “Gürdal Bey, nasılsınız ?” diye sorunca sınıf irkildi. Müdür Beyin bu nezaketi, bu inceliği beni şaşırttı, benim kadar sınıfı da şaşırttı. Ama ben kuşkuluydum, ben bu nezaketi hak edecek bir şey yapmamıştım Sınıf Gürdal’a bu iltifat niye diye aklından geçiriyordu. Benden “Teşekkür ederim, iyiyim” yanıtını alınca diğer arkadaşıma geçti. Aynısını ona da sordu “Ya siz Adil Bey, siz nasılsınız ?” Aynı yanıtı alınca diğer iki arkadaşa geçti. Bütün sınıf dilini yutmuştu, bu ne incelik diye. Ve gerçek hemen ortaya çıktı. “Madem bu kadar iyisiniz de ne diye Beden Eğitimden rapor almaya gidiyorsunuz ?” diye gürledi. Bu soruya yanıt verme cesaretini bulamadık. Böylece Şakir Bey okul bahçesini 4-5 tur attırarak canımızı çıkarmaya devam etti.
Lise öğrencisi olmak başka bir dünyanın içine girmek gibi. Yetişkinliğe attığın ilk adım Okulda başarılı olmanın, çok çalışmanın, üniversite hedefinin yüklediği bir stres var. Bundan kurtulmamız gerekir. Nasıl? Bunun çözümü kafa dengi arkadaşlarla oluşturduğun dostluklar, ilaç gibi gelir insana. O zaman anlıyorsun lise yaşamı lisenin dışına da taşarmış. Erdener, Ahmet, Mansure, Çakı, Gülgün, Mehmet, Yusuf, Hüsamettin, beni duyarlar mı acaba? Hiç biri belleğimi terk etmedi. Onlarla denize gidersin, dere tepe gezersin, sinemaya gidersin, onların evini ziyaret edersin, annesi sana yemek hazırlar, bizimki “upuslu” arkadaş bulmuş diye sevinir, şarabın tadına bakarsın, aşık olduğun varsa hayaller kurarsın, mektuplar yazarsın, daha da ileri gidersen sigara tuzağına da düşersin. Tekrarı olmayan bir yaşam seni oyalar durur.
O yaşam tarzının içindeki öğretmenleri unutmak ta kolay olmuyor. Yerel kültürü edebiyata taşıyan Aydın Doluoğlu ve öğrencilerin şiir ve öykü yazmaya yönlendiren Selçuk Uysal’ı kim unuttu? Türkay Karamanoğlu ile İbrahim Karagöz’den öğrendiğimiz Ege Bölgesinde dağların denize dik olduğunu, Zeliha Özekoğlu’dan canlıların içyapılarını, Fransızca Öğretmeni Fatma Karamanoğlu’nun sınıfa girer girmez gürültünün bıçak gibi kesildiğini, dört buçuktan beş veren kimya öğretmeni Mustafa Serbes’i, Müdür muavini Bilal Aksoy’un sabah öğrenciler sınıfa girerken kim kravatsız, kimin saçı uzun diye öğrencileri süzdüğünü, babacan ve efendi tavırlarıyla Kemal Tuğrul’u kim unuttu? Kimse unutmadı. Ben de unutmadım.
Unutmadığımız bir şey daha var. Üniversiteye girme hayali. Liseyi bitirmenin fazla bir getirisi yok, onun için üniversite giriş sınavını kesinlikle kazanmalıyız. Hem meslek sahibi olacağız hem de erkekler askerliklerini yedek subay olarak yapacaklar. Avantaj büyük,
Günümüzde hemen bütün illerde üniversite var, ilçelerde bölümleri var. Ama eskiden öyle değildi. Üniversiteler ülkenin gelişmiş büyük kentlerindeydi. Üniversite öğrencisi olmak bir büyük kentte, bir gelişmiş kentte yaşamak demekti, o kentin yaşam biçimini, havasını solumak demekti. Onun için üniversite öğrencisi olmanın düşlerini kurardık.
Sadece büyük kentlerde uygulanan üniversite giriş sınavlarına gitmek, o kentte birkaç gün kalmak, sınavda çıkan soruların zorluğunu tartışmak üniversite adaylarının yüreğinde hissettiği tatlı bir heyecandı. Hem de sonuçları öğreninceye kadar süren bir heyecan.
Bir keresinde Cumhuriyet Gazetesi’nin sınav sorularının çalındığını kanıtlaması üzerine tekrarlanan sınav, yeniden sınav merkezlerine yapılan yolculuklar, tekrarlanan heyecanlar da hiç unutulmadı.
Sınav sonucunu beklemek sinemada filmin başlamasını sabırsızca beklemek gibi bir şey. Kaç puan gelecek? Gelen puan üniversiteli olmaya yetecek mi? Stres, sıkıntı, umut hepsi bir arada. Yaz mevsiminin getirdiği bu sıcakta bu beklenti çok zor.
Sınav sonuçlarına göre üniversitenin bir bölümüne kaydolmak şimdiki sistemden çok farklıydı. Sonuçlar adresine PTT aracılığı ile gelir ve kaç puan aldığınızı size gelen sonuç belgesinden öğrenirdiniz. Üniversiteler ön kayıt taban puanları açıklar, kayıt yaptıran öğrenciler aldıkları puana göre sıralamaya girer böylece kesin kayıt hakkı kazanır ya da kazanamazlardı.
Bu çok zorlu bir süreçti. Hangi üniversite kaç puanla ön kayıt yapacaktı? Elimizde puanımız, kulağımız TRT’’nin 22.45 haber bülteninde. Uzun uzadıya hangi üniversite hangi bölümüne kaç puanla ön kayıt yapılacağını dinlersiniz. Puanınız ön kayıt yaptırmaya uygunsa içinizde bir sevinç, bir umut. Hayallerinizin yıkılmaması için, ön kayıt için, kent kent üniversitelere koşarsınız. İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir, Erzurum, Konya, Diyarbakır, Antalya gibi kentlerde ön kayıt yaptırmaktan yorgun düşersiniz. İç turizme büyük katkılarınız olurdu umutlarınızın kırılmaması adına. Eskişehir’den Konya’ya, Konya’dan Adana’ya yaptığım ön kayıt yolculukları, trenle giderken askere giden gençlerin sabaha kadar süren gürültü çığlıkları hala kulaklarımda.
Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi’nde bir bölüm kazandım. Kayıt için gerekli belgeleri hazırladım. Artık üniversiteli olacaktım, Ankara’da yaşayacaktım, tiyatrolara gidecektim, gençlik Parkı’nda gezecektim. Hazırlandım. Çarşı içinde Antalya’dan gelen otobüse binip Mersin’e, oradan da Ankara’ya gidecektim. Ama kazandığım bölüm içime sinmiyordu. “Hiç yoktan iyidir” züğürt tesellisi ile kendimi avutuyordum. Birden beni çağıran bir ses duydum. Babamdı. Elinde bir kağıt bana doğru geliyordu. Heyecanlandım. Ne de olsa vedalaşmıştık. Elindeki kağıdı bana uzattı, “Bak şu telgrafa Gazi Eğitim İngilizce Bölümünü kazanmışsın” dedi. Çok sevindim, sevinmekle kalmayıp babamın boynuna sarıldım. Ama kaydımı engelleyecek önemli bir sorun var. Tam teşekküllü bir hastaneden alınacak “Öğretmen Olabilir” heyet raporu. Hem de haftanın son 2 günü içinde. Perşembe ve Cuma. Hastaneye sevk belgesini alırken okul müdürü geç kaldığımı, kesin kaydımın çok zor olduğunu söylemez mi! Daha birinci dakikada gol yemiştim. Bu iki gün içinde heyet raporu alabilmek kolay mı? Al alabilirsen. İçimdeki sevinç yerini korkuya endişeye bıraktı. Telgrafın elime geç ulaşmasının getirdiği bir sıkıntı. Birinci gün Ankara Numune Hastanesi. Olmadı. Kuyrukta uzun sıra var. İkinci gün Mersin Devlet Hastanesi. Öylesine hareketli saatler yaşadım ki… Gün içinde rapor alamama endişesi, korkusu yaşadığım en zor anlardı. Akşama doğru aldığım rapor kazandığım bir zafere dönüştü. Bir doktorun bana “Niye bu kadar acele ediyorsun, boyacı küpü mü bu” şeklindeki azarlaması beni yıldırmadı. O doktorları, o hemşireleri hiç unutmadım.
Kesin kayıt yaptırırken okul müdüründen nasıl başardığımı sormasını bekledim. Hiç sesini çıkarmadı. Oysa benim ona anlatacaklarım vardı.
Dışarı çıktığımda okul binasına baktım, bakarken derin bir nefes aldım. Ben artık “Gazi Eğitimliydim. Gündüz eğitim yerine akşam eğitimini tercih ettim. Telgraf çektim babama. Annemle beraber sevinsinler diye…
Üniversiteli yaşam başladığında bir sinemanın içinde bulursunuz kendinizi. İçinde her şey var. Aşk, heyecan, macera var, korku, gerilim, sıkıntı var. Var oğlu var.
İlk sorun barınma sorunu. Nerede kalacaksınız? Yurtlarda mı kalacaksınız yoksa arkadaşlarınızla bir olup ev mi kiralayacaksınız. Barınacağınız yer yerleşkeye uzak mı yakın mı?
Ya dersler! Kolay olan var zor olan var. Zor dersler hayallerinizi kemirir durur. Okulu bitiremezsem annem babam üzülür, işsiz kalırım diye düşünür bunları düşünürken de bazı geceler uykusuz kalırsınız.
Tedirgin eden bir sorun daha var. Harçlığınız. Bu harçlığınızı barınma bedeline, zorunlu okul masraflarına ve Ankara’nın ya da o büyük kentin sosyal yaşamına ayıracaksınız. Kredi Yurtlar Kurumu’ndan destek alırsanız, ne ala. Yine de yeter mi? Yetse de yetireceksiniz yetmese de yetireceksiniz. Ailenizi daha fazla zorlayamazsınız.
Biz lisede üniversite hayali kurarken bunları hiç düşünmemiştik!
Eğitim başladığında sınıfta iki tür öğrenci vardı. Ağırlıklı İngilizce eğitim almış özel kolej mezunları bir de İngilizce eğitim veren fakültelerde okulu yarıda bırakıp bizim okula gelenler. İngilizce’leri iyiydi. Oysa lisede benim İngilizce öğretmenim yoktu. Aramızda fark vardı. Ama ben farkı kapattım. Nasıl mı? Anamur’a gelen yabancı turistler var ya, onlarla. Benim onlara, onların da bana ihtiyacı vardı.
Ben barınma konusunda rahattım. Turizm Bakanlığı’nda çalışan Abim ve yengemin Kurtuluş semtindeki evlerinde kaldım. Yemek bedava yatak bedava bir yaşam. Henüz çocukları olmamıştı, ben onların çocuğu oldum. Ama uzun sürmedi. Mersin’e taşındılar. Bu sefer Kızılay’a yakın teyzemin evinde kalmaya başladım, Gündüz kürk atölyesi ve satış yeri, akşamları bana ait, Telefonlu, konforlu bir yer. Teyzem mesleği bırakınca başımın çaresine bakmalıydım.
Sonra başka evler. Ama bir tanesi var ki anlatmaya değer. O.V. Han. Ankara Ulus’ta Hikmet Ünlü ‘nün, İsa Ünlü ’nün, İsa Kurt’un barındığı mekan, Bir apartman dairesi bir hanın dairesi. Öyle bir yer ki Anamurlu üniversitelilerin uğrak yeri. Ben de uğradım. Uğramakla kalmayıp bir süre onlarla bu evi paylaştım. Şimdi de ilginçtir, Hikmet Ünlü ile aynı apartmanın aynı katını paylaşıyoruz. Onların o yıllardaki konukseverliğini samimiyetini hiç unutmadım. Sağ olsunlar.
Akşam öğrencisiyim ya, gündüz boştayım ya, makine yedek parça ithalatçısı bir firmada asgari ücretli ve sigortalı işe girdim. Görevim Avrupa ile yapılan İngilizce yazışmaları yürüten bir hanım görevliye yardım etmekti. Yaptığım işin okuduğum bölümle ilgili olması çok hoştu. Ayrıca firmanın mutfağında dilediğin kadar yemek içmek bedavaydı.
Gündüz iş, akşam okul yaşamının içindeydim. Akşama doğru okula doğru giderken okuldan çıkan gündüz öğrencilerini görüyordum. Onlara imreniyordum, daha da ötesi onları kıskanıyordum. Akşam sinemaya tiyatroya gidecekler, Gençlik Parkı’nda gezecekler, Kızılay’da Arjantin Bira içecekler bense derslerle boğuşacaktım. Vazgeçtim. Akşam öğrenciliği bana göre değil. Anladım ki ben Ankara’da memur gibi değil öğrenci gibi yaşamalıydım.
Ertesi yılın başında akşama geçmek isteyen bir öğrenci ile yer değiştim. Artık gündüz öğrencisiydim. Rahatladım.
Ankara’da üniversite öğrencisi olmakla yalnızca Ankara yaşam tarzını değil farklı bölgelerin yaşam tarzını da öğreniyorsunuz. Beraber kaldığım Malatya’lı bir arkadaşımın sabah kahvaltısında kavurma yemesi gibi. Ya da Diyarbakırlı bir arkadaşımın pişirdiğim gölevez yemeğini “zehirli mi ” diye sorması gibi.
O dönem üniversiteler, yüksekokullar katı bir siyasal gücün egemenliği altındaydı. Kabaca deyişle okul ya sağcıların ya da solcuların kalesi gibiydi. Özellikle Eğitim Enstitüleri doğrudan Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olduğundan bir siyasal partinin yan kolu olarak aklımızda kaldı.
Okuldaki siyasal ortam kafana yatıyorsa sorun yok. Ama size tam zıt bir görüşün at oynattığı bir okulsa huzurun kalmaz, üniversiteli olmanın zevki kaçar.
Akademik ve kredili ders geçme için bizim okul Türkiye’de pilot okul olarak seçilmiş, Okulda daha çağdaş bir yapılanma olsun diye. Ancak MC hükümetin göreve gelmesiyle her şey alt üst oldu, Eğitimde önceki klasik sisteme dönüldü. Öğretim görevlileri değişti. Okul Milli Eğitim Bakanlığı’nın kontrolünde sağ görüşlü öğrencilerin kalesine dönüştü.
Bu benim için zorlu bir sürecin başlangıcı oldu. Okuldaki egemen güçlerin suyuna gitmeyince şimşekleri üstüme çektim. Sık sık yaşanan siyasal kavgalar okulun kapanmasına, öğrencilerin dönem kaybına daha da ötesi yıl kaybına neden oluyordu. Fatura ağırdı.
Okulda öğrenci kadar polis vardı, gerilim vardı ama huzur yoktu.
Bir akşam okul çıkışında bir grup öğrencinin ve bizi korumakla görevli polislerin ortak saldırısına uğradık. Olay yerinden kaçmaya çalışırken kaçamadığımdan gözaltına alındım, mahkemeye düştüm. Meğer ben polise karşı şiddet ve mukavemet göstermişim. 6 aydan 2 yıla kadar hapis istemiyle yargılandım. Neyse ki sadece Berlin’de değil Ankara’da da hakimler varmış. Beraat ettim.
Sadece bizim okulda değil, sadece Ankara’da değil ülkenin tüm yüksekokulları sıkıntılıydı. Sanki 12 Eylül darbesine giden yolun taşları döşeniyordu.
Anamur’un yaz mevsimi sıcak ve kurak geçer. Kışları da ılık ve yağışlı. Ama Ankara’nın iklimi Anamurlu öğrencilere göre değil. Kışın kar yağar, yağan kar buz tutar üstüne bir de dondurucu soğuk. Barındığı ev nasıl ısıtacak? Yüklen elektrik sobasına. Sonra okula giderken buzda kayıp düşmek te var! Sen bir yana kitaplar bir yana. Okulun uzaktaysa otobüs dolmuş beklersin. Beklerken yerdeki buzlu su yavaş yavaş ayakkabımın içine sızmaya çalışır. Canın sıkılır. Hayal kurarsın. “Bir mezun olayım, Ankara’ya 3-4 sene gelmeyeceğim” dersiniz.
Dersiniz ama 3-4 sene bekleyemezsiniz. Ankara’dan öyle kolay vazgeçilmez. Orada biriktirdiğiniz güzel anılar var. Ayrı kaldığınız ama unutmadığınız arkadaşlarınız var. Atatürk’ün, Milli Mücadelenin canlı izleri var, belki de gençliğinizin en güzel anları var. Gençlik Parkı’nda gittiğiniz sansürden uzak açık hava tiyatroları var, “Haberin var mı taş duvar” türküsünü dinlediğiniz Rahmi Saltuk konserleri var, gönlünüzü kaptırdığınız insan var. Var da var
Anladım ki öğrencilik unutulmaz, öğrencisi olduğunuz o kentler de unutulmaz, özlenir, burnunuzda tüter!